İnsanlar, İnandık demekle imtihan edilmeden bırakılacaklarını mı zannederler? Ankebut Suresi,2
Müslümanım dedikten sonra bütün kapıların bize açıldığı, cennetin garantilendiği varsayımı ile toplumda ve ailede İslam’ı anlatma, temsil etme, yaşama anlamındaki hassasiyetlere uymamayı hak gören bir hayatın doğru olduğu konusunda kendimizi kandırmamız, en büyük zaafımız olsa gerek. İnançlarımız ile yaşantımızın ne kadar uyuştuğunun kontrolünü yapmak anlamına gelen nefis muhasebesi için Ramazan ayı önemli bir fırsat olarak görülür. Doğruyu yapanları tenzih ederek, söylem ve eylem tutarsızlığımızı ortaya koymak için birkaç konuyu öne çıkaralım. Eleştiriler, İslam’ın kurumlarına değil, bunları suistimal eden biz Müslümanlaradır.
1-Müslüman toplumun temel yaklaşımı olması gereken merhametin ve yardımlaşmanın etkisi, maalesef günden güne azalıyor. Her zaman fakiri ve ihtiyaç sahibini gözetmek ve Ramazan ayının bu yaklaşımın zirvesi olması gerekirken, fakirlerin ihtiyaçlarını zorlaştıran zam fırsatı olarak görmek, Müslüman bir toplumda akla bile gelmemelidir. Ancak bu yıl da âlemlerin rabbine ve peygamberimize olan sevgimiz, ticaret hayatında bir sevgililer günü kadar bile toplumsal hayatımıza yansımayacak, kolaylık sağlanmayacak. Tam aksine, yiyecek, içecek, giyim başta olmak üzere her türlü mala Ramazan zamlarının Müslümanların yaşadığı bir ülkede ‘normal ‘olması ‘normal’ görülecek. Geçim zorluğunun geniş kesimleri etkilediği gözetilerek, hiç olmazsa ramazan mevsiminde biraz ucuz satış yapmak, en incitmeyen bir yardımlaşma yöntemi olarak görülmeyecek. ‘Yiyecek bulmakta zorlandıkları mevsimlerde dağlara yiyecek bırakın; Müslüman bir ülkede kuşlar ve diğer yabani hayvanlar açlıktan ölmesin’ anlayışından bu noktaya gelmiş olmak yine inancımızdaki samimiyeti sorgulamayı gerektirmeyecek.
2-Asırlar geçmesine rağmen, çocukluk çağında öğrenebileceğimiz sakız çiğnersek, iğne yaptırırsak, bilmem neremize ne kaçarsa oruç bozulur mu gibi basit konular, çözülemeyen büyük toplumsal sorunlar olarak yine ortaya çıkarılacak. Özellikle basında, TV’lerde, aklı zorlayan mali bütçelerin ödendiği çoğu da geyik muhabbeti kıvamındaki programlara meze yapılacak, komedilerin malzemesi haline getirilecek. Bunları asırlardır öğrenememek zekâ düzeyimizle ilgili değilse; inancımızı hafife hatta alaya almak noktasına götürmüyor mu konusu yine önemsenmeyecek.
3-Yardımın gizli ve incitmeden yapılması esasken; fotoğraflı, videolu kayda alıp yayınlamanın reklam ve gösteriş olduğu yine önemsenmeyecek, Öksüzlerin, yetimlerin, gariplerin, fakirlerin, kimsesizlerin ve şehit yakınlarının olmadığı gösterişli, şamatalı, körler sağırlar birbirini ağırlar mahiyetindeki sofraların iftar sofrası değil, ifrat ve gösteriş sofrası olduğu göz ardı edilecek. Sonra da Allah kabul etsin deyip görevi yapmanın mutluluğu duyulacak.
4-Sosyal hayatının merkezi olması gereken camilere Cuma ve bayram kalabalığı dışında, ilginin neden azaldığı umursamayacak. Cami, çarşı, hamam, özellikle de imarethane bir arada İslami ve insani bir atmosfer ve sosyal alan işlevi gören binalar topluluğu, her inançtan insana hitap etmekteyken, şimdi camilerin altı ve dört bir yanı sadece ticarethane olması yine sorgulamayacak. Camilerimizin çeperinde, garibe, evsize, hatta sarhoşa, inançsıza kısaca her gruptan ve inançtan “ihtiyaç” sahiplerine bir tas sıcak çorba ve gecenin ıssızlığında, tehlikesinde başının üstünde bir çatı, bir sığınak imkânı yine sağlanmayacak, Bunlar İslam’ın çağrısı ve tebliği dışında, İslam’a ısındırılacak, tebliğ yapılacak kişiler değilmiş gibi davranılacak. Bir taraftan ‘Müslümanlar’ camiden uzaklaşıyorken, diğer taraftan İslam’ın sıcaklığı ile kucaklanması gerekenler, yüce Allah’ın ‘Ey insanlar!’ çağrısının dışındaymış gibi görülecekler. Yardımın, insanların kimliğine, dinine, inancına göre değil, ihtiyaç sahibi olduğu için yapıldığı unutulacak.
5-Tasavvuf ve tarikatlarla ilgili kitaplarda bildirildiğine göre; Allah’ın lütfu ile manevi mertebelere ulaşan veli kulları, bazı zamanlarda kendilerine bazı olağan üstü işlerin (keramet) bahşedilmesini bir sır olarak tutarlar ve ifşa etmezler, birilerinin ifşa etmesini de asla istemezler. Bir şekilde ifşa olursa da hem kendi nefislerinin hem de diğer insanların nefislerinin yoldan şaşma ihtimaline karşı, terki diyar edip kimselerin kendilerini tanımadığı yerlere göç etme teamülüne hassasiyet gösterilirmiş. Hal böyle iken, Azrail’i azarladığını, depremi kovaladığını, hatta Allah ile bizzat konuştuğu gibi birçok gösteriş ve reklam malzemesini hem kendisi, hem de birilerine masal tadında gururla, kibirle anlatan/anlattıran günümüz “velileri” her yerde. Yine bunları vayy be! diyerek ağzımız açık izleyeceğiz. Öncekiler mi işi bilmiyordu yoksa bunlar mı ‘işini’ biliyor. Hoca Ahmet Yesevi’nin ‘ahir zaman şeyhleri’ şiirini bir ara okumanızı öneriyorum.
6-Peygamberimizin ve diğer İslam büyüklerinin, kendi emek ve gayretleriyle kazandıkları gelir ile çok mütevazı bir hayat yaşardıklarını, mallarının hemen tamamını ve kendilerine getirilen tüm mal ve mülkleri ihtiyaç sahiplerine dağıttıklarını, maddi miras bırakmadıklarını, hediye, zekât, sadaka kabul etmediklerini de kitaplardan okuyoruz. Hal böyleyken, oluşturdukları gruplarda ya da cami kürsülerinde hatta sosyal medyada İslam’ı anlattığı, temsil ettiği iddia edilen ‘şaşaalı’ etiket sahip olan bazı kişilerin Müslümanların parası ile adeta saltanat sürmekte olmaları yine normal görülecek.
7-İslam’ı tebliğ usulsüzlüğü; Kuran’ın ve peygamberimizin yumuşak ve tatlı üslubunu değil de Kuran’ın uyarısına rağmen, karşıya aldıklarına kürsülerden ve özellikle sosyal medyanın, şöhretin şehveti ile küfür ve hakarete varan kaba tarzda saldıran şöhret avcıları alkışlanacak. Allah’ın onca sonsuz nimetleri, rahmeti varken, öldükten sonra sadece mide ile uçkur arasında bazı şeylere kavuşma amacı olarak, çoğu uydurma ya da abartma olan hikâye ve masal tarzında İslam anlatımlarına ilgi devam edecek. Toplumda huzuru, refahı, eşitliği, haramı, helali, hak gaspını (kul hakkı), yalan söylememeyi, emanete riayet etmeyi, sözünde durmayı, güvenilir insan olmayı, Allah’a inanıyor görünürken nasıl şirk içinde olunabileceğini, İslam’ı en iyi tebliğin ‘yaşamak’ olduğunu anlatılmayacak. Toplumda dine, din adamlarına, dini kurumlara ve dindarlara güvenin azalmakta oluşu, Müslümanları yine rahatsız etmeyecek.
8-İlk muhatap olduğu emri “oku” olan biz Müslümanlar, yine okumayacağız, bilimden uzak duracağız, sonra da Müslümanlar niye geri kalıyor diye yine yakınmaya devam edeceğiz.
9-Söz söyleme üslubumuz Kur’an’ı Kerim’e uygun mu endişemiz yine olmayacak;
*Başka inançların kutsallarına hakaret etmeyin; Allah’tan başkasına tapanlara küfür ve hakaret etmeyin; sonra onlar da bilgisizlik yüzünden sınırı aşarak Allah’a hakaret ederler. (Enâm,108)
*Doğruyu Söyle; Her hususta ve her şartta doğruyu söyle. (Nisâ,9; Ahzâb,70)
*İltifatlı Söyle; Ana-babaya, büyüklere öf bile deme, onlara iltifat edici söz söyle.(İsrâ,23)
*Gönül Alıcı Söyle; Yoksula verebileceğin hiçbir şeyin yoksa bile ondan yüzünü çevirme, hiç olmazsa gönül alıcı, teselli edici birkaç söz söyle.(İsrâ,28)
*Tatlı Söz Söyle; Başa kakmak ve gönül incitmek suretiyle iyiliği zayi edilen bir sadakadansa, tatlı bir söz söyle. (Bakara,263)
*Yumuşak Söyle; Zalimlerin ve merhametsizlerin kalbini yumuşatacak sözler söyle. (Tâhâ 44)
*Tesirli, Hikmetli Söz Söyle; Bir konuyu anlatırken boş laflar yerine gönüllere işleyecek tesirli, hikmetli ve özenle seçilmiş söz söyle. (Nisâ,63)
*Bağırmadan Konuşun; Yürüyüşünde tabiî ol, sesini alçalt. (Lokman,19)
*Adil ol; Adaleti tam yerine getirerek Allah için şahitlik edenler olun; kendinizin, ana-babanızın ve yakınlarınızın aleyhinde de olsa, insanlar zengin/fakir olsalar da, adaletten ayrılmayın. Nisa,135
Yanlışa düşürme amaçlı, üstelik birçoğu da İslam ambalajında bize verilen onca konu varken ne yapalım sorusunun cevabı; Peygamberimiz (SAV)’in hayat tarzına aykırı olan kişi ve olayların İslami olamayacağını bilmek, dini doğru kaynaklardan öğrenmek ve akıl süzgecine başvurmak sanırım. Kur'an'da akıl kelimesi kırk dokuz yerde fiil şeklinde geçmektedir. ‘Akletme’nin yani aklı kullanarak doğru düşünmenin önemi bu kadar tekrar edilmişse, bir sebebi olsa gerekir.
Allah’a (CC), hesap vermede en büyük zorluğumuzun ve vebalimizin olması bakımından; yanlışlar, hatalar, suistimaller, beceriksizlik, samimiyetsizlik özetle, İslam’ı kötü temsil etme yönünde Müslümanlar olarak, maalesef yok aslında birbirimizden farkımız. Lokman Suresi 33. Ayetindeki ’.. sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve şeytan, Allah'ın affına güvendirerek sizi kandırmasın’ uyarısı varken aynı yanlışları yapmaya devam ederek bu sefer her şeyin düzeleceği gafletine düşmemek gerekir.
Bir avuç inanmış samimi Müslüman olabildiğinde dünyanın değiştiğini tarihte gördük. O bir avuç inanmış samimi Müslümanı şimdiki kalabalıklardan çıkmıyorsa yanlış kimde?
Bunları duymak, nefsimizi rahatsız edip hoşumuza gitmese de, nefis muhasebesinin amacı bu değil midir? Allah (CC), doğrularımız çoğaltmayı, yanlışlarımızı sona erdirmeyi nasip eylesin.