Nüfusun yansıra gelir artışı ve kentleşmenin etkisiyle hayvancılık ürünlerine olan talebin, önümüzdeki dönemde de artarak devam edeceği konusunda fikir birliği vardır. Aynı zamanda hayvansal üretimin geleceği konusundaki belirsizliklerin körüklediği karamsarlık da giderek artmaktadır.

Yakın geçmişte hayvancılık verimliliğindeki artışlar çoğunlukla hayvan bilimi ve teknolojisinden kaynaklanmıştır. Yetiştirme, beslenme ve hayvan sağlığı alanındaki bilimsel ve teknolojik gelişmeler, potansiyel üretimin artırılmasına ve daha fazla verimlilik ve genetik kazanımlara katkıda bulunmaya devam edecektir. Bu süreçte, üretim maliyetleri, insan sağlığına ilişkin kaygılar, değişen sosyo-kültürel değerler ve sosyo-ekonomik faktörler hayvancılık ürünlerine olan talebi büyük şekillendireceği görülüyor. Bu yazımızda hayvancılık sektöründeki küresel çaptaki beklentileri, tahminleri, endişeleri ve genel değerlendirmeyi, sonraki birkaç yazıda ise, takip edebildiğim kadarıyla dünyadaki farklı çalışmalar ve arayışların konu bazındaki detaylarını sunmayı ümit ediyorum.

Arazi kullanımında rekabetin artması; Tarım arazileri ile çayır mera alanlarının konut, endüstri, maden amaçlı kullanımları sonucu hızla azalması ile arazi kullanımında rekabet, tarımsal üretim aleyhine döndürülmüş durumdadır. Önümüzdeki dönemde; hayvansal üretim, zirai üretim deseni tercihleri, yem üretimi ihtiyaçları arasında gittikçe azalmakta olan tarım yapılabilir arazinin kullanımı bakımından sektör içerisinde de zorlu tercihlerin olacağı “rekabet” olacaktır. Bu durum, alternatif açılımlar için çalışma ve “zorlamaları” arttıracaktır. Bu konudaki rekabette en çok hayvancılık sektörü hırpalanacak gibi görünüyor.

Üretim sistemlerinin sürdürülebilirliği konusundaki riskler; Gelecekte hayvancılık üretiminin, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasında, imkânların ve farklılıkların tetiklediği ve büyük ölçüde gelişmemiş ülkelerin aleyhine dönecek bir sürecin işleyeceği görülüyor. Ayrıca, bir yanda yüksek yoğunluklu üretim sistemleri ile diğer yanda küçük çiftçi ve göçebe sistemler arasındaki farklılıkların, bu iki sistemi sürdürülemez hale getirmesi açık bir tehlikedir. Bu konuda ülkeler bazı program ve destekler üzerinde çalışmakla birlikte, bunların göstermelik ve marjinal kalma ihtimalleri yüksek görünmektedir. Önümüzdeki yıllarda dünyanın farklı bölgelerinde bu mekanizmanın sürdürülmesi ya da tasfiyesi/değişimi konusunda çeşitli “itici güçlerin” nasıl etki göstereceği oldukça belirsiz görünüyor. Yüksek yoğunluklu üretim sistemleri dediğimiz büyük çaplı işletmelere dönüşüm de son durak olmayacak sanki. Çeşitli ekonomik, hatta ideolojik amaçlarla yapay gıda çalışmalarının gündemde gittikçe daha fazla yer alması, bu büyük çaplı işletmeler için de hayati bir rekabet alanı açması da kuvvetle muhtemel görünüyor.

İnsanların vurdumduymaz uygulamalarının hayvancılığa fatura edilmesi; Endüstri, madencilik, petrol üretimi ve buna bağlı sanayi, orman alanlarının acımasızca yok edilmesi gibi insan unsurların iklim değişikliği ve sera gazı etkisi konusunda toplam % 90 üzerinde etkiye sahipken, tarımı ve özellikle hayvancılığın suçlu gösterilmesi kulisleri gittikçe artıyor. Üstelik sera gazı etkisinde en büyük salınımı yapan ülkelerin karbon emisyonu konusundaki kararlara ya katılmadığı, ya da göstermelik ufak tefek şeylerin dışında tedbir almadıkları ve bu konudaki sözlerini taahhütlerini tutmadıkları da görülmektedir. Bu “suçlamalar” ile hayvan sayısının ve hayvansal üretimin azaltılması baskıları da hayvancılığın önündeki belirsizliklerinin başındadır.

Hayvancılık ürünlerine yönelik gelecekteki talebin, karbon kısıtlı bir ekonomide sürdürülebilir yoğunlaşma yoluyla karşılanabilme endişesini artıyor. Su ve toprak gibi doğal kaynaklar üzerinde artan baskılar, sanayileşmenin artması, hava ve su kirliliği gibi zorlu sorunların ağırlaşmasına yol açabilir. İklim değişikliğinin en büyük etkileri, insanların zaten oldukça savunmasız olduğu gelişmekte olan ülkelerdeki hayvancılıkta ve karma sistemlerde görülecek; iklim değişikliğine uyum sağlama ve sera gazı emisyonlarını azaltma “zorlamaları” şüphesiz üretim maliyetlerini artıracaktır. Bu durum, gıda güvenliği üzerinde önemli ilave olumsuz etkileri olabilecektir.

Amiyane ifade ile hayvanlar için bazı ülkelerde başlatılan “gaz çıkarma vergisi” yakın gelecekte değişik isimler altında belki her insan için de rutin olması şaka olmayabilir.

Hayvancılık üretiminin yoksulluğu azaltmadaki etkileri yok mu olacak; Hayvancılık ürünlerine yönelik artan talep, yoksulluğun azaltılması ve ekonomik büyüme için önemli bir fırsat olmaya devam ediyor. Ancak, son 10 yılın verilerine göre, yalnızca birkaç ülkenin bu fırsattan etkin bir şekilde yararlandığını gösteriyor. Bu veriler, gelişmekte olan birçok ülkede plansız ve tarımı ihmal ederek yapılmaya çalışılan “sanayileşme” nedeniyle hayvancılık yapanların dezavantajlı duruma düştüğü birçok durumu ortaya koymanın yanı sıra, ticari, endüstriyel yetiştirmeyle ilgili sorunları ve yetersizlikleri de vurgulamaktadır. Küçük çiftçiler, şu anda yoksulların büyük çoğunluğunun gıda güvenliği açısından kritik önem taşıyor ve bu rolün yakın gelecekte, önemli ölçüde değişmesi pek mümkün görünmüyor. Ancak, hayvancılık üretiminin alanlarını daraltılması ve azaltılması politikası, önümüzdeki dönemde küçük çiftçilerin şimdilik var olan bu fırsatları kaçırması anlamına gelebilir. Bu anlamda küçük çiftçiliğin ileri dönemde küresel gıda üretimi ve gıda güvenliğindeki rolü belirsizlik içindedir. Sürdürülebilir ve kârlı hayvancılık üretiminin geliştirilmesini teşvik etmek için gerekenler konusunda birçok öneri vardır. Ulusal ve küresel hayvancılık sistemlerinde önemli ve sürdürülebilirlik önlemleri, bazı hakların, ayrıcalıkların tanınması ve garanti edilmesi de dâhil olmak üzere, gıda ürünleri zincirleri boyunca yapılan sözleşmelerin düzenlemelerin artırılması, sosyal koruma sistemine alınmaları, kentsel alanlarla bağların güçlendirilmesi bunlardan bazılarıdır. Dünya Bankası, 2009 raporuna göre, bütün bunları yapabilmek için önemli miktarda yatırımlara ve finansmana ihtiyaç olduğu görülmektedir. En azından kendi ihtiyaçlarını karşılama bakımından bile yoksulluğun etkisini azaltmada, hayvancılığın geleneksel etkisi ya da faydası kaybolma tehdidi altında olacak.

Dünya ne yapıyor; İnsanlığın evcil hayvanlarla ilişkisinin M.Ö.10.000 yıllarına kadar uzandığı düşünülüyor; bu tarih, evcil bitkilerle olan ilişkimizle aynı uzunlukta. Pek çok cephede stres ve çalkantılar yaşansa da, önümüzdeki yüzyılda bu sektörü nelerin beklediği henüz net değil. Küresel hayvancılık sektörünü gelecekte radikal bir değişimin beklediği söylenebilir. Ancak bu sektör milyonlarca, muhtemelen milyarlarca insanın refahı için hâlâ kritik öneme sahiptir. Gelişmekte olan birçok ülkede, tarihin bu aşamasında bilinen, geçerli bir alternatifi de yoktur. Gelişmiş dediğimiz pek çok ülke, kendi genetik kaynaklarının yanı sıra tüm dünyadaki genetik kaynaklara erişim ve sahip olma anlamında büyük yatırımlar yapmakta, FAO şemsiyesi altında genetik kaynak bakımından zengin ama değerini bilmeyen ülkelere “ortak paylaşım” yumuşak yüzünü göstererek oralardaki genetik kaynakları elde etme yolunda büyük çaba sarf etmektedirler. Aynı zamanda bu ülkeler, toprağın her cm ni, ülkelerinde bulunan her hayvanı, her bitkinin tek kökünü dahi har vurup harman savurmamakta, üretimi ve üreticileri koruyan, önceleyen planlar, programlar, mekanizmalar oluşturma çabalarına hız kazandırmış durumdalar. Hemen hepsinde de zirai üretim ve hayvancılık, ayrıcalıklara sahip “öncelikli” sektördür. Sektörle ilgili olarak çok ilginç “arayış” ve “zorlamalar” konusunda çalışılmaktadır.

Tarım arazilerine ve meralara adeta talan haline gelmiş olana hücumun durdurulup korunması, her ürün için üretim planlaması yapılması, girdi maliyet ve üretim süreci risklerinin doğru yönetimi ile üretimin tamamı için devlet ve STK lar vasıtasıyla belli bir kar marjı kapsamında satın alma garantisi verilerek gıda arz güvenliğinin sağlanması tek çare olacak gibi görünüyor.

Biz de durum; Ülkemiz, 11 bin yıl önce koyunun ilk evcilleştirme faaliyetlerinin, 12 bin yıl önce buğdayın tarımının başladığı coğrafyadadır. Buğdayın gen merkezi olan, sığırın ise, verimli hilal adı verilen ve ülkemizi de içine alan bölgede günümüzden yaklaşık olarak 8 bin yıl kadar önce evcilleştirildiği bir coğrafya olup, biyoçeşitlilik bakımından dünyanın az sayıdaki en zengin bölgesinden biridir. Hayvansal üretimi katlamak için yüksek potansiyele sahibiz. Ayrıca ülkemizde hayvancılığın, yoksulluğun etkilerini azaltma etkisi, potansiyeli de hala yüksek. Süslü laf olsun diye söylemekten ziyade; toprağın, suyun, genetik kaynakların, çiftçinin gerçek değerini, kıymetini çok daha geç olmadan bilmek ve hayatımızın merkezine alacak ciddi programlar önemli.

Gelecekte de bu bakımdan en avantajlı ülkelerden biri olma şansımız, potansiyelimiz var. Elimizdeki hazinenin değerini bilerek; istikrarlı bir süreç içerisinde doğru işleri, doğru zamanda, doğru bir şekilde yaparak, dünyadaki bu konudaki gelişmelerden ve bilimsel çalışmalardan geride kalmadan, özellikle hayvancılığın avantajlı olduğumuz alanlarında kendi ülkemize özgü çözüm mekanizmaları geliştirmek mümkündür, hatta buna mecburuz.