Uyum ve Denge... İki muhteşem kelime... Son yıllarda çok kullanıyoruz. Dilimize pelesenk oldu olmasına da pek içselleştirip özümseyemedik.

Denge ve uyum, insanın doğa ile serüvenin de pusulası, hayat yolculuğunda birçok kapıyı açan bir parola adeta... Doğa milyonlarca parçanın muhteşem uyumundan oluşan olağanüstü bir bütün. İnsan da o parçalardan sadece biri!

İnsanın bu uyumu sürdürmek yerine, hükmetme, üstünlük kurma çabası, hoyratça davranıp adeta talan etmesi ise sistemin dengesini altüst ediyor. Uyum yerini mücadeleye bırakıyor ve maalesef bu mücadelenin bir galibi olmadığı gibi en fazla kaybedeni ise “insan”.

 Denge ve uyum; hayatın her alanında, kurduğumuz tüm ilişkilerin sağlıklı ve sürdürülebilir olması adına da son derece önemli. Tarımı bu perspektiften ele aldığımızda, topraktan suya, hayvandan bitkiye, çiftçiden tüketiciye bir bütün. Bu bütünün parçalarını yoksayan, sistemin dengesini bozan, son derece hoyrat, tüketirken hatta “üretirken” bile yok eden, yıkıcı bir anlayış görüyoruz.

Mesela hayvancılık nasıl ihracata mahkum edildi? Canlı hayvan ve et ithalatı başlarken dönemin bakanı et fiyatlarını düşüreceğini iddia emişti. Sonuç; hayvancılıkla uğraşan çiftçi üretimi bırakmak zorunda kaldı, et fiyatları ise birçok insanın erişemeyeceği noktaya geldi. Süt fiyatları maliyetleri kurtarmadığı için çiftçi süt ineklerini kesime verirken bakanlık görmezden geldi, bugün peynir yoğurt almak bir çok insan için neredeyse  imkansız hale geldi.

Bitkisel üretimde de anlayış hayvancılıktan çok farklı değil! Üretim maliyetlerinin çok gerisinde kalan taban fiyat politikası çiftçinin kazanmadan üretmeye çalışması gibi bir durum.

Meyvecilikte de, işçilik başta olmak üzere üretim maliyetini dahi karşılamayan üretici,dalında kalan meyve sebzede!... Nihayetinde tarım iktisadi bir faaliyet, çiftçinin en azından geçimini dahi sağlayamadığı bir durumda üretime devam etmesi ya da yeni neslin çiftçiliği tercih etmesi mümkün değil.

Öte yandan tüketici fiyatlarındaki artış ise insanımızın bilhassa çocuklarımızın dengeli sağlıklı beslenmesini neredeyse imkansız hala getiriyor.

Gerçeklikten, koşullardan uzak uygulamaların sonucunda bozulan denge ve maalesef kaybeden insanımız ve ülkemiz!

Gıdanın önemi her geçen gün daha stratejik bir hal alıyor. 3. Dünya Savaşının ayak sesleri duyulurken savunma sanayinden, askeri gücünüzden daha önemli bir alan var o da tarım. İklim değişikliği en ağır şekilde sonuçlarını hissettiriyor.  Ekonomik kriz üreticisinden tüketicisine bütün insanımızı zorlarken, çiftçi toprağını terk ederken bildiğini okuyan anlayış ile tarımı yaşatmamız mümkün değil. Tarım yoksa gıda yok gıda yok, paranız olsa dahi gıda ürünlerini alamayacağımız koşulların fragmanını Rusya-Ukrayna Savaşında net bir şekilde gördük daha doğrusu tecrübe ettik ama ders almadık!

Denge ve uyumu tarım adına içselleştirip, doğayı, kaynaklarımızı koruyan, çevre ile dost,  insan refahını önceleyen bir anlayışa sahip bir politikaya geçmek için daha ne olmalı?

İnsanın verdiği zarar karşısında, doğa bekler bekler ve tam siz kazandığınızı zannettiğiniz anda öyle bir tepki verir ki çaresizce izlersiniz. Tarımda da tablo  aynı yere doğru sürükleniyor. Çok geç olmadan çözüm üretmek zorundayız.

Mevcut politikalarla, tarımı sürdürmek, ülkemizin gıda güvenliğini sağlamak mümkün değil. Bu konjonktürde, en güçlü ülke kendi gıdasını üreten ülkedir.