Tarım politikalarında olması gereken hedef; çiftçinin üretim faaliyetleriyle makul ve diğer sektörlerle kıyaslandığında adil bir gelire sahip olmasını ve yaşam konforu kalitesinin alternatiflerinden aşağıda olmamasını sağlamaktır...
Ekonomik zorlukların ya da krizlerin etkisini ilk gösterdiği ve en ağır hasarı verdiği sektör tarımdır. Tüm dünyada, özellikle son elli yılda tarımın en stratejik sektör olduğu kabul edilmiş ve ülkeler, mümkün olduğunca tarımsal ürünlerde dışa bağımlılığını azaltma yönünde programlar, uygulamalar devam ediyorlar.
Bazı kesimlerde “gelişmiş ülke” algısının farklılığından kaynaklanan ve doğru olmayan bir şuur altı kabul vardır. Ülkeler için gelişmişlikten bahsedilirken; Tarım sektörünün pek önemsenmemesi ve diğer sektörlerin geliştirilmesi ile gelişmiş ülke olunabileceği algısını verecek tarzdaki ifadelere çokça şahit olanlarımız vardır. Yani adeta gelişmenin, ihmal edilen tarım sonucunda sanayi ve teknoloji ürünleri gelirlerinin, ülkelerin toplam ülke ekonomisindeki payının oransal olarak tarımdan fazla olması ölçüsü ile sınırlı bir gelişmişlik tanımı ve algısı, yanlışlığın temeli ya da başlangıç noktasıdır.
Bu nedenledir ki, büyük/küçük yerleşim yerleri dâhil her türlü sektörün yer, arazi taleplerinde meralar ve tarım toprakları en çabuk gözden çıkartılan alanlar olmaktadır. Fabrika, sanayi sitesi ve yerleşim yerlerinin tarım topraklarına yapılması eleştirisine karşı “tarım toprağından kaç para kazanılır; işyeri ve evler, binalar dikersek daha çok para eder” diyenlerin orada çalışan ve o evlerde yaşayan insanların ne yiyeceği konusunu pek umursamadıkları kesin. Paranın, olmayan ya da ulaşılamayan gıdayı elde etmede pek işe yaramadığını bunca felaketten, musibetten sonra hala anlamayanlara ne denilse boştur. Bu “zeki” insanlar, “para yemek” deyiminin fiziki olarak para yemek anlamına geldiğini anlıyorlar sanırım.
Sanayi ve teknoloji, bakımından gelişmede geri kalmış ve toplam ekonomik hacmi küçük olan ülkelerde, tarımın ekonomideki oransal ağırlığı doğal olarak fazla olur. Bu ülkelerde, gelirler içerisinden tarımsal üretimin desteklenmesine ayrılan kaynaklar, bazı kesimlerce ilginç bir şekilde yüksek bir maliyet ve yük olarak görülebilmektedir. Tarım sektörünün bir eksikliğinden ya da önemsiz olmasından kaynaklanmadığı halde, tarımı ekonomiye yük gören bu yanlış bakış açısı, çiftçinin desteklenmesi için yeterli kaynağın ayrılmaması sonucunu doğurmaktadır. Bu yaklaşım tam anlamıyla bindiği dalı kesmek olmaktadır. Çünkü toplam ekonomide tarımın ağırlıklı olması, tarım dışı sektörler için yapılan harcamalarda tarımsal gelirlerin kullanımının ağırlıklı olduğu anlamına gelir. Bu nedenle tarım sektörüne ayrılan kaynakların ekonomiye “yük” olduğu değerlendirmesi doğru değildir. Ekonomiyi büyütememiş olmanın bir sonucudur.
Gelişmiş dediğimiz ülkelerde sanayileşmenin, teknoloji ve bilimsel araştırma geliştirme faaliyetlerinden ve bunların sektöre aktarılmasındaki yaklaşım ve gelişmeden tarım sektörü de her sektör kadar belki de daha fazla pay almaktadır. Yani, gelişmiş dediğimiz her ülkenin tarım sektörü de diğer sektörler kadar gelişmiştir.
Gıda arzının riske girmemesi, tarımsal üretimin sürdürülebilir olmasının sağlanması için üreticilerin desteklenmesi ve diğer sektörlerden daha fazla bir korumacı yaklaşıma ihtiyaç duyulur. Gelişmiş ülkelerin politikaları incelendiğinde; tüm sektörlerin yani toplam ekonominin büyük olması nedeniyle tarım sektörünün destek finansmanı bakımından genel ekonomi içerisinde “yük” olmadığı, tam aksine en önemli stratejik alan olarak kabul edildiği görülür. Bunun sonucu olarak da üretimi arttırma yönlü politikalar uygulanmakta, daha fazla kaynak ayrılmaktadır. Tarımsal üretimin ve gıda arzının güvenli ve sürekli olması için ülkelerce uygulanan politikalar, planlar ve uygulamalar daha önceki yazılarımızda farklı yaklaşımlarla anlatılmış olduğunda tekrar edilmeyecektir.
Bilindiği gibi; makul ölçüde gelir kazanılmayan hiçbir sektör sürdürülemez. Tarım sektöründeki yaş ortalamasının 57 olduğu ve çok kısa zamanda da 60 a dayanacağı görülüyor. Genç nüfusu bu sektörde tutmak ve üretimde sürekliliği sağlayabilmek için, tarım politikalarında olması gereken hedef; çiftçinin üretim faaliyetleriyle makul ve diğer sektörlerle kıyaslandığında adil bir gelire sahip olmasını ve yaşam konforu kalitesinin alternatiflerinden aşağıda olmamasını sağlamaktır. Tarımsal destek planlamalarının ve uygulamaların temel yaklaşımı da bu olmalıdır. Para kazanılırsa her işin ve sektörün zorluğu, kiri, pası önemsiz kalır. Çitçilerin istediği de bundan başkası değildir.
Tarımsal üretimde çiftçilerin gayreti, vefası, irfanı, eğitimi de çok önemlidir. Ülkemizde üretimdeki zorluklara, yeterli düzeyde bir eğitim sunulamamasına, genel anlamda gelir ve maliyetler konusunda çok zorlanmasına rağmen; üretme sabrını, heyecanını sürdürmeye çalışması, çiftçimizin irfanı ve ülkesine sevgisi sayesindedir. Her konuda olduğu gibi bu konuda da sabır fazla zorladığında tarımsal üretimden de kaçış hızlanmaktadır.
Çitçinin Sınavından Geçmek
Tarımsal üretimde köklü bir sistem değişikliğine ve dönüşüme ihtiyaç olduğu her kesimce kabul edilir hale gelmiştir. Bunu gerçekleştirmek için doğru bakış açıları ile konulacak hedeflere ulaşacak planlamalar yapmak mümkündür. Tarımsal üretimde tüm sorunların çözülebilir olduğunu daha önceki yazılarda bahsetmiştik. Ancak, çiftçinin güvenini kazanmadan tarımda hiçbir dönüşüm sağlanamayacağını da unutmamak lazım. Biraz gülümsemeye ve düşünmeye vesile olabilmek ümidiyle çiftçinin güveni ile ilgili bir hatırayı paylaşmak isterim.
Veteriner hekim olarak görev yaptığım ilk günden bu güne kadar yetiştiricilerimizle pek çok güldüren, sevindiren, düşündüren, hayrete düşüren, üzen, gözlerimizi nemlendiren, içimizi acıtan, uykularımızı kaçıran, özetle acısıyla tatlısıyla pek çok hatıralarım oldu. Her meslektaşımın da pek çok hatıraları olduğundan eminim.
İlk görev yerim olan, doğudaki güzel bir ilçemizde göreve başladıktan beş on gün sonra orta yaşlı bir amca odaya saygıyla girip selam verdikten sonra;
“Baytar sen misen ?“ diye sorup teyit aldıktan sonra, “hasta bir mozik getirdim, hele bir bak” dedi. Aşağı inerek direğe bağladığı hayvanı görünce mozik’ in dana demek olduğunu öğrenmiş oldum. Hayvanı muayene ederken sorular sormaya başladım. Hayvanda şu var mı, bu var mı, şöyle oluyor mu böyle oluyor mu diye sorduğum her soruya çeşitli cevaplar veren amcayı yukarıya odaya çağırdım. Çaylarımızı içerken hayvanın nesi olduğunu ve hangi ilaçları yazacağımı sordu. Ben de;
“Mozik’te hiçbir hastalık yok, ama sende olabilir. Benimle dalga mı geçiyorsun?” diye çıkışınca hiç unutmayacağım bir cevabı o hoş şivesi ile verdi;
“Beyim ilçeye baytar gelmiş dediler. Vallahi, iyi bilirsen mi diye görmek için gelmişem. Görürem ki, çok iyi baytarsan, iyi bildin”
Kızmakla gülmek arasında bir duygu ile “fakültede pek çok sınava girdim ama en zoru buydu galiba” diyerek amcayı uğurladım.
Her geçen gün gelen yetiştirici sayısında artış olmaya başladı. Durumu önce, hayvancılığı yoğun bir ilçe olmasına ve bir süredir veteriner olmamasına ve geldiğimin yeni yeni duyuluyor olmasına yorumladım. Ancak, yoğunluk öyle atmaya başladı ki şaşırdık kaldık. Sonra fark ettim ki komşu ilçelerden de gelenler varmış. Bu konuda da galiba oralarda da veteriner yok onun için geliyorlar diye düşünmüştüm.
Bekâr ve yeni göreve başlamış bir erkek memurun ev düzeni kurması ve evde yemek meselesi pek mümkün olmadığında çoğu memur gibi mecburen bende ilçenin lokantasının müdavimi oldum. Bir gün, her zaman yemek yediğim lokantada öğle yemeği için siparişi verip beklerken bir grup insan masama geldi ve komşu ilçelerden birinden olduklarını ve hayvanları için köylerine gelmemi istediklerini, öğleden sonra bunun için daireye geleceklerini ancak lokantacıdan kim olduğumu öğrenince de burada konuşmak istediklerini söylediler. Daireye gelince konuşuruz deyip savdıktan sonra lokantacı yanıma geldi ve “Abi, köylüler hep seni konuşuyor” diyerek sebebini açıkladı. Meğerse beni “imtihan eden amca” gittiği tüm kahvelerde, pazarda, sokaklarda, esnaf dükkânlarındaki sohbetlerde “Eele bir baytar gelmiş ki” diye başlayarak ve abartılı övgülerle benden bahsediyormuş. Bunun ilçedeki yetiştiriciler arasında ve hatta diğer ilçelere kadar da yayıldığını anlattı.
Gelenlerdeki artışın asıl sebebini o zaman anladım. Bir de anladım ve öğrendim ki, fakültedeki sınavlar kadar çiftçimizin sınavını geçmek ve güvenini kazanmak da bir o kadar önemliymiş. İlçede çalıştığım sürece söylediklerime, tavsiyelerime, anlattıklarıma gönülden uyduklarını gördüm.
Bizim her insanımız gibi, çiftçimiz de güvenir ve inanırsa yapamayacağı şey yoktur. Çiftçimizin ihtiyacı olan şey, makul ve adil ölçülerde para kazanabildiği bir üretim yapabilmesinin yolunun açılması ve güveninin kazanılmasıdır. Gerisini onlar fazlasıyla halleder.
Çiftçilerimizin hepsine, bol ve bereketli kazançlar dilerim.