Toplumsal kuralların en basitlerine bile uymayan insanlardan bilimin ve sanatın kurallarına uyması ve başarılı olması da beklenemez.
Ortam kelimesi sözlükte; Canlı bir varlığın içinde bulunduğu doğal veya maddi şartların bütünü bir topluluğun veya toplulukların hareket alanı, platform. Nesnel ve toplumsal yönlerle bazen kişinin iç dünyasını da kapsayan yakın çevre, vasat. Bir kimsenin veya bir insan topluluğunun yaşayışını etkileyen ruhsal, toplumsal ve kültürel etkilerinin bütünü olarak tanımlanmaktadır.
Aile, toplum, iş, siyaset, bilim, sanat, askeri güç aklınızda gelen her alandaki iyilikler de kötülükler ya da başarı ve başarısızlık birbirini besleyen, sinerji oluşturan uygun ortam bulunduğunda da hızla yayılır ve çoğalır. Kötülüğe uygun ortamdan iyilik, başarıya uygun olamayan ortamdan da başarı çıkmamıştır. İyilikler ve kötülükler kıvılcım niteliğindeki küçük bir başlangıç noktası ile başlar. İyiliğin ilk kıvılcımı oluşturabilmek zordur. Bunu toplumsal düzeyde yaygınlaştırmak ve sürdürmek de bir o kadar zordur, emek ister. Kötülük/başarısızlık kıvılcımı oluşturma ise çok daha kolaydır. Kötülüklerin yayılma hızı iyiliklere göre beş kattan daha yüksek olduğu söylenir ve zararlarının etkisini, kalıcılığını gidermek çok zordur. Bu durum, Kutadgu Bilig’de “İyilik yokuş tırmanmak gibidir, zordur. Kötülük iniş gibidir, kolayca elde edilir.” şeklinde ifade edilmektedir.
Ortam Nasıl; Huzurlu bir aile ve toplum yapısı ve başarı ortamı oluşmasının en temel başlangıç noktasıdır. Günlük hayattaki küçücük görünen bir selamlaşmanın, gülümsemenin bile insan morali ve motivasyonu üzerinde çok önemli etkiye sahiptir. Mutluluk, huzur, başarı ortamlarını oluşturmak ya da bozmak tamamen bizim elimizde ve davranış tercihlerimizdedir.
Günümüzdeki tabloya bakarsak; Aile fertlerinin birbirine sevgisi saygısının azaldığı, mutluluğun ve huzurun değil de stresin büyütüldüğü yerler haline gelen evlerin sayısı artıyor. Aynı apartmanda ya da sokaktaki komşusuyla selamlaşmayan hatta tanımayan, kaldırımda yürümeyi bilmeyen en ufak bir bahane ile tartışma ve kavga çıkarabilen bir psikolojik durum yaygınlaşıyor. Trafik işaretlerinde yaya geçişlerinde karşı karşıya gelmiş savaşan iki ordu gibi birbiri üstüne yürümek doğallaşmış. Araç kullanırken hiçbir trafik kuralına uymayanlar, ters yoldan giden ve bunları uyanıklık zannedenler, markette kasada olmadık sebepten kavga çıkaran, sıra ile yapılan bir işte diğerlerinin önüne geçmeyi marifet sanan, adres sorma adabını dahi bilmeyenler artıyor. Torpil ve iltimasla iş görme her geçen gün doğal hale geliyor. Sabretmezseniz, sabah işinize ya da çocuklarınızın okullarına gidip akşam eve dönünceye kadar kaç kişiyle tartışma ve hatta kavga ortamı olabileceğini şöyle bir aklınızdan geçirin. Kısaca hak, hukuk ve saygı bilmeyen, tanımayan insanların her geçen gün arttığı bir topluma dönüşüyoruz.
Bunlar ufak işler stres yapmayalım, dünyada ve ülkede olanları akşam haberlerde izleyelim dediğimizde, dünya tımarhane haline mi geliyor diyesimiz geliyor. Haberlerin yarısı savaş ve terör haberleri, diğer yarısı, uyuşturucu, cinayet, çeteler, taciz, olmadık sebeplerden birbirine giren yumruklaşan, birbirini bıçaklayan hatta silah çekenlerin haberleri içimizi daraltıyor. Kaçakçıların, dolandırıcıların, çetelerin yaptıklarını, hayat hikâyeleri, bilmemiz gerekmeyen bir sürü detayı sosyal medyada, haberlerde, magazin programlarında gazetelerde sayfalarca ve televizyonlarda saatlerce her gün tekrarlayarak anlatılıyor. Bu kişiler, tüm servetlerini verseler de yapılamayacak reklamı bu sayede yaptırmış oluyorlar. Bu yaklaşımla, gençler başta olmak üzere insanlarımızın bir kısmı için kolay ve haksız kazanç için “rol model” olmaları sağlanmaktadır. İşin tuhafı bir eğitim ve örnek oluşturma misyonu da olması gereken diziler ve filmlerde de aynı olumsuzluklar daha da abartılarak tekrar ediliyor. Hiçbir ahlak kavramı ile izaha edilemeyecek sapkınlık, sapıklık içeren en kötü olaylar, TV programlarının temel konuları olarak saatlerce ve her gün yayınlanıyor. Bu örnekleri çoğaltabilmek mümkün. Peki, ülkede ve dünyada hiç mi güzel şeyler olmuyor derseniz; oluyor mutlaka ama medyada böyle haberleri mikroskopla aramanız gerekiyor. Devamlı olarak kötülük haberlerine muhatap olunması, kötülüklerin reklamı ve özendirme olarak etki göstermektedir.
Bir işin başarılması, kendine özgü kurallarına uyulması ile mümkün olabilir. Eğitim ise bu kurallara uyma alışkanlıklarının kazanılmasıdır. Okullardaki fizik, kimya, matematik hatta Türkçe ve din dersleri sınavlardaki başarı(sızlık) durumuna ilişkin istatistikleri okumuş olmalısınız. Toplumsal kuralların en basitlerine bile uyma eğitimi ve sabrı olmayan insanlardan bilimin, sanatın kurallarına uyması ve başarılı olması da beklenemez. Toplumsal kurallara uyma duyarlılığı olmayan kişilerin hukuka, herhangi bir ideolojiye ya da dine inandıkları beyanları da samimi değildir ve doğruyu yansıtmaz. Çünkü tüm hukuk sistemlerinin, inançların, ideolojilerin temel amacı ve iddiası; toplumda huzuru ve güveni sağlamak, bireysel ve toplumsal başarıyı arttırmaktır. Bunun için bir takım kuralları ve aksi durumlarda ise yaptırımları vardır.
Başarılar ve Başarılı Kişiler Kümeleşmesi; Tarihteki sürece bakarsak uygun ortamların oluşması ya da yok olmasına paralel olarak başarıların ya da başka bir deyişle başarılı kişilerin kümeleştiği dönemler olduğunu görürüz. Sokrates, Eflatun, Aristo gibi onlarca filozofu şöyle bir aklımızdan geçirirsek aynı dönemde yaşamışlardır. Dünyaca ünlü besteciler; Wagner, Brahms, Haydn, Schubert ve birçoğu aynı dönemde yaşamışlardır. Masaccio, Sandro Botticelli, Domenico Ghirlandaio Donatello, Fra Angellico, Michelangelo, Andrea Palladio ve Galileo Galilei, Tycho Brahe ve Johannes Kepler gibi bilim insanlarının Rönesans döneminin getirdiği ortamda ortaya çıkmışlardır. Puşkin, Dostoyevski, Tolstoy, Çehov, Gogol, Gorki, Lermontov, Bulgakov, Turgenyev gibi romancılar Rusya da aynı ortamda, dönemde ortaya çıkmışlardır.
Ali Kuşçu, Ak Şemseddin, El-Birûnî (Beyrunî), Câbir bin Hayyân, El-Cezerî, El-Kindî, Hezârfen Ahmet Çelebi, Mimar Sinan, İbn-i Sinâ, İbn'ül Heysem, Farabî, Fergânî, Hârezmî, Gazzâlî, Ömer Hayyam, Pîrî Reis, Kâtip Çelebi ve Uluğ Bey gibi yüzlercesi uygun ortamın olduğu dönemin ortaya çıkardığı bilim insanlarıdır. Hoca Ahmet Yesevi’nin yaktığı meşalenin Anadolu’yu ve balkanları aydınlatma sürecinde Hacı Bektaş Veli, Yunus Emre, Ahi Evran, Sarı Saltuk aynı dönemin, aynı ortamın yetiştirdiği öncülerdir. Lale devri ortamında Nedim Nazîm, Sünbülzâde Vehbî, Enderunlu Fazıl, Koca Ragıp Paşa, Sürurî, Fıtnat Hanım ve Haşmet gibi şairlerin ortaya çıkmıştır.
Daha radikal bir söylem olarak şunu söylemek mümkündür; Diyelim ki, Osmanlı’nın zirvede olduğu dönemdeki iyi eğitim görmüş bir padişah ile yine iyi eğitim görmüş, çöküş dönemindeki bir padişahın yerlerini değiştirmek mümkün olsaydı; toplumun içinde bulunduğu dinamizm ve ortama bağlı olarak, pek fazla bir şeyin değişmeyeceğini söylemek abartı olmaz. Çünkü toplumsal başarı, milletin toplam kalite ortamının düzeyi ile ilişkilidir.
İslam dünyasında 8. yüzyıl ile 14. yüzyılın sonuna kadar toplumun ve devlet sisteminin kabulü, itibarı göstermesi sonucu “ortamın” uygun olması nedeniyle çok sayıda bilim insanı yetişmiş ve diğer ülkelerin önünde olunmuştur. Bu ortamın bozulmasının sebepleri uzun bir analizi gerektirir. Ancak kısaca özetlersek; o döneme kadar bilim bir bütün olarak ele alınmakta ve eğitim bu çerçevede yapılmaktayken, dini ilimler ve müspet ilimler gibi bir sınıflama kapsamında bu günkü ifadesiyle öğretim kurumları, okullar demek olan medreselerde öğretim sadece dini alana sıkıştırılmıştır. Bu sınıflamanın tüm ilimlerde daha da ihtisaslaşma ve yoğunlaşmaya yol açması beklenirken, tam aksine bir süreç işlemiş ve sadece dini ilimler farzdır bunları bilmek yeterlidir anlayışı hâkim olarak diğer ilimler toplumun gündeminden yavaş yavaş çıkartılmıştır. Bu alanda ise, toplumun ve insanların günlük hayatta hangi dini kurallara uyacaklarını ifade eden “ilmihal bilgileri” ile kısıtlı ve basit düzeyde bir öğretimin genel olarak yeterli sayıldığı bir süreç başlamıştır. Üzerinden 1400 yıl geçmesine rağmen bu da yerince öğretilememiş olmalı ki hala, namazı ve abdesti, ramazanda ise orucu ne bozar gibi şeyler büyük bir sorun olarak ele alınır; vaaza ve hutbeye ve hatta tv, gazete ve radyolardaki “din ticareti” yapan kişilere ve geyik muhabbeti kıvamındaki programlara konu edildiğini görüyoruz.
Kuranı Kerim’in ilk emrinin “oku” olduğu herkesin malumudur. Aklı kullanmaya ve kâinatı anlayamaya yani bilime yönlendiren onca ayeti bulunmaktadır. Peygamberimizin; âlimlerin mürekkebinin şehitlerin kanından, uykusunun ise cahillerin ibadetinden daha değerlidir gibi birçok hadisi şerifine rağmen; “zikir ve fikri” beraber sürdüren medreseler zamanla kendilerini sadece dini öğretimle kısıtlamış ve fikirden, akıldan yani bilimsel eğitim ve çalışmalardan uzaklaşılmıştır. Hâlbuki bilimsel çalışmalar da İslam’a göre fiili dua iken sadece sözle yapılandan oluşan, dua ordusu ve askeri ordu anlamında kılıç ordusu diye adeta deyim halinde ifade edilen devletin temeli ve gücü tanımlanırken bile, bilim ordusu devre dışı kalmıştır. Yüzyıllar sonra anlaşılan bu durumu telafi için yapılan gayretler ise bilim üretmekten ziyade, başka milletlerin ürettiği geliştirdiği bilimi öğrenme ve anlama çabasından öte gidememiştir. Hülasa, bilim ortamı yok edilince bilim insanları yetiştirmede de, bilime katkıda da altı yüz yıldan bu yana İslam dünyasında güçlü bir bilim ışığı parlayamamıştır.
Her sahada olduğu gibi, tarımın ve gıda üretiminin her aşamasında da “uygun ortam” çok önemlidir. Çiftçinin makul ölçüde para kazanma ortamı olmazsa, çiftçiliğe devam etmez. Toprağa attığımız tohum, uygun ortam olmazsa çıkmaz. Yoğurt, ekmek, peynir mayası uygun ortam yoksa çalışmaz. Hatta zararlı bakteri ve virüsler de uygun ortamı bulamazlarsa çoğalamaz, hastalık yapamaz.
Sonuç Olarak; Aile hayatımızda, iş ortamlarında, ekonomik güçte, eğitim sistemimizde, bilimde, sanatta kısaca toplumun her alanında bulunduğumuz başarı ve başarısızlık seviyeleri, toplum olarak oluşturulan huzur, güven, saygı ve motivasyona dayalı “ortam”ın kalitesiyle ilgilidir. Ortamın kalitesi ne kadarsa, başarı da o kadar olur ve daha ileri olması beklenemez. Her iyilik ve kötülük ya da başarı ve başarısızlık kendine uygun ortamda gelişir. “Ortam” ı iyi ya da kötü yapmak ise bizim elimizde.
Yeni yıl, yeni umutlar ve beklentiler ile karşılanır. Tüm ümitlerimiz, dileklerimiz gerçek olsun.