Türkiye Büyük Millet Meclisi, insanlığın geleceğini tehdit eden en büyük sorunlardan biri olan küresel ısınma ve iklim değişikliğine çare mukabilinde yeni bir düzenlemeye imza attı.
Aşırı sıcaklar, sel baskınları, su kesintileri veya kuraklık gibi kelimelerle ifadesini bulan bu sorunla mücadele için artık bir yasamız var. İklim Değişikliği Yasası hayırlı, uğurlu olsun.
Böyle bir yasanın çıkarılacağını duyunca, inşallah insanoğlu ile doğa ana arasındaki toksik ilişkiye ve marazi bakış açısına iyi gelecek, hak ve özgürlüklerle beraber tabiatın dengesine de katkı verecek, yıkmaya, yakmaya ve yok etmeye değil; yaşatmaya ayarlı, ütopik olmayan bir çalışma olması temennisinde bulunmuştum.
Bir yandan çevremizdeki savaşlar, öte yandan ülke içinde ekonomi başta olmak üzere boğuştuğumuz onca sorun varken, iklim değişikliği ile ilgili bir yasaya vakit ayırmak, efor harcamak, ehem mühim denklemi açısından bakıldığında gerekli miydi diye düşünülebilir.
Ancak hayat bir bütündür. Ve bu bütünlük zaviyesinden baktığımızda ekonomiye, iç ve dış politik tartışmalara, hatta insanlık onurunu cendereya almış Gazze’deki savaşa odaklanırken, iklim değişikliği ile sürüklenmekte olduğumuz krize de bigane olamayacağımızı kavramamız icap ediyor.
Akdeniz havzasında yer alan ülkemiz, iklim değişikliğini en derinden hisseden bölgelerden biri. Kuraklık, su kaynaklarının azalması, sel, fırtına ve olağanüstü hava olayları sıklığının artması ve tarımsal üretimde yaşanan kayıplar nedeniyle endişelenmemek mümkün değil. Sorun küresel ama etkileri bireysel. Sorunun sonuçlarından her birimiz tek tek olarak da etkileniyoruz.
Endişeyi ve şüpheyi ortadan kaldıracak tek yol, bilgi ve çalışmaktır. Gerçek şu ki sadece azim ve kararlılıkla sürdürülecek iyi niyetli bir çalışma ile bu tür krizlerin üstesinden gelebiliriz.
Bu bilinçle olsa gerek, kamu otoritesi harekete geçti ve böyle bir çalışma yapıldı.
Tabii bu yasa teklifinin hazırlanması ve çıkarılmasında Türkiye’nin BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi'ne 2004 yılında, Paris Anlaşması'na ise 2021 yılında taraf olmuş olmasının büyük etkisi var. Bu anlaşmalara taraf olmakla 2053 yılına kadar net-sıfır emisyon hedefi taahhüdünde bulunmuştuk.
Birçok konuda olduğu gibi burada da içeriden bir motivasyonla değil, dıştan kaynaklı bir mecburiyetle harakete geçmiş olduk maalesef.
Bu sözleri yerine getirmek için ulusal düzeyde çalışma yapılması gerekiyordu. Kamu kurumlarından özel sektöre, bireylerden yerel yönetimlere kadar herkesin sorumluluklarını belirleyen bu yasa, 2053’e kadar sera gazı emisyonlarını azaltmayı murad ediyor.
Yasa, -özetle- yerel iklim değişikliği eylem planlarıyla bölgesel risklere ve ihtiyaçlara uygun stratejiler geliştirilmesini, yenilenebilir enerji ve temiz teknoloji kullanımının desteklenmesini, doğal karbon yutak alanlarının artırılmasın sağlanmasını ve sıfır atık sistemlerinin yaygınlaştırılarak atık yönetiminin düzenlenmesini hedefliyor. Her bir ilde vali başkanlığında kurulacak İl İklim Değişikliği Koordinasyon Kurulu, bu sürecin yürütülmesi ve takibinden sorumlu olacak.
Meclis’teki görüşmelerde bazı şüpheler dile getirildi. Mesela Yeni Yol Partisi Grup Başkanvekili Selçuk Özdağ, teklifin günü kurtarmak için hazırlandığını ve teklif metninde kamu kurum ve kuruluşlarının yetki ve sorumluluklarının muğlak bırakıldığını öne sürdü. İYİ Parti Bursa Milletvekili Yüksel Selçuk Türkoğlu, düzenlemenin daha çok ticari çıkarlara hizmet edeceğini, iklim değişikliğiyle mücadele edilemeyeceğini iddia etti. CHP Kırklareli Milletvekili Vecdi Gündoğdu, kanun teklifinin hazırlık sürecinde konunun paydaşlarının dinlenmediğini, iklim değişikliğini gerekçe göstererek kirletici faaliyetleri icra eden şirketlerin servetine servet katmasına asla izin verilmemesi gerektiğini savundu. Daha başka değerlendirmeler ve önemli şüpheler de kayda geçirildi.
Eleştiriler tamamen yersiz değil. Örneğin kamuoyu farkındalığının artırılması ve toplumun iklim değişikliğinin etkileri konusunda duyarlı hale getirilmesi için eğitim ve bilinçlendirme programları düzenlenecekmiş. Mesela şahsen, halktan biri olarak iklim değişikliğine ne gibi bir yan etkim veya zararım var da benim ve çevremin “bilinçlendirilmesi gerektiği” kanaatine varılmış, doğrusu anlamadım. İklim değişikliği konusu daha çok sanayi çevrelerini, yani yatırımcıları ve hükümüetleri ilgilendirmiyor mu? Yasalara hamasi ifadeler dercetmek gerekli bir şey mi?
Yine yasaya göre tüm eğitim düzeylerinde müfredat ve öğretim programları güncellenecekmiş. Milli Eğitime iş çıktı. Büyük Rus yazar Fyodor Dostoyevski, “cehennem, yüreğimizde başka insanlara yer vermediğimizde karşımıza çıkan bir olaydır” der. Umarız ki bu yasanın yürürlüğe girmesinden sonra çocuklara iklim bilgisi verilirken, onlara yüreklerinde başka insalara yer vermeleri gerektiği bilinci kazandırılır ve unutacakları değil; yüreklerine yerleştirecekleri, onlara anlayış ve davranış değişikliği kazandıracak bilgiler öğretilir.
Bu düzenlemenin tarımsal faaliyetleri bitireceği şüphesi de var. İlgili Bakanlık, web sitesinde yayınladığı bilgilendirici bir yayınla iddialara cevap verdi. Düzenlemenin hayvancılığa bir zararının olmayacağı, sürdürülebilir protein adı altında böcek bazlı bir beslenme düzenine geçileceği gibi bir durum söz konusu olmadığı belirtildi.
Tartışmalar ve değerlendirmeler yasa yürürlüğe girdikten sonra da uzun süre devam edecek gibi. Çünkü konu hayati derecede önemli.
İnşallah bu düzenleme, yağmur duasına çıkmaktan daha fazla yararlı olur.