Evet sevgili okuyucularım,
Yılbaşı günü bazı yerlerde edep ve ahlaka uymayan,örf adet ve gelenek göreneklerimize aykırı olan eğlenceler,disko ve barlardaki rezil görüntüler,diğer taraftan İstanbul sokaklarında cübbeli ve sarıklıların yürüyüşü kabullenir bir durum değildir.
Burası Türkiye,
Burası bir Müslüman ülke.
Ama ne Afganistan ne de İran.
Bunları Devlet yöneticileri iyi görmelidir.
Arkasında uzun bir demokrasi tecrübesinin bulunduğu, insan hakları alanında her gün yeni gelişmelerin yaşandığı günümüzün modern dünyasında Müslüman dünya nasıl bir tavır ortaya koymalı ki insanlığın geldiği noktayı ıskalamadan yeni bir yönetim modeli oluşturabilsinler.
Hali hazırdaki mevcut tabloya baktığımızda Müslüman dünyanın insan hakları temeline dayalı bir hukuk sistemi oluşturabilmeleri pek mümkün gözükmüyor. Zira Müslümanların yaslandığı kültürel miras, dinin özünü oluşturan temel doğrulardan çok bu ilkelerin farklı zamanlarda ve farklı toplumlardaki uygulamalarından oluşmaktadır. Dolayısıyla bugün “İslam şeriat sistemi” olarak sunulan pek çok unsur, esas itibariyle geleneklerden oluşan bir mirastır.
Kısacası Müslüman dünyanın dillendirdiği gibi geçmişte var olduğuna inandığımız bir “şeriat devleti” modeli bulunmamaktadır. Kaldı ki dinin esas kaynağı olan Kur’an da bir yönetim modeli önermemektedir. Ama biliyoruz ki tarihsel süreç içinde farklı coğrafyalarda Müslümanların kurduğu devletler olmuş ve kendi dinamikleri içinde hukuki ve kültürel yapılar oluşturmuşlardır. Ancak bu yapıları salt bir şeriat devleti gibi tanımlamak çok doğru değildir.
Her ne kadar İslam’ın önerdiği bir şeriat devleti modeli yok ise de tarih boyunca hemen bütün Müslüman toplumlar, hep bir ‘şeriat devleti’ idealine bağlı kalmışlardır.
Bugün de Müslüman ülkelerde yüksek sesle dillendirilen ağırlıklı görüşe göre, şeriat hükümlerinden uzaklaşıldığı için Müslümanlar geri kalmıştır. Özellikle gelenekselci kesimler, bu geri kalmışlıktan kurtulmak için birey ve toplum hayatının her aşamasında ekonomik, sosyal ve siyasal hayatın tamamında İslami hükümleri uygulamakla mümkün olabileceğine inanmaktadırlar.
Ancak bu görüş sahipleri bize ”Ekonomik, sosyal ve siyasal değişime ilişkin hemen hiçbir tümel anlayış ve tasavvur sunmamaktadırlar. Onlar Müslümanların geçmişte İslam sayesinde gerçekleştirdiği ilerleme ve medeniyetin tanıklığına başvurmaktan bir adım ileriye gidemezler ve bu ilerlemeyi;
Kuşkusuz bu gelenekçi çözüm tarzı, Müslüman toplumların bilincini şekillendirmede etkin bir konumdadır ve doğal olarak ‘resmi din’ söylemini de bu anlayış domine etmektedir.
Maalesef bu gelenekçi çözüm tarzının temsilcileri, geçmiş dönemlerin kendine özgü şartlarında oluşan içtihadları, felsefi ve düşünsel mirası çağdaş verili durumla mukayese ederek herhangi bir ayıklamaya tabi kılmadan ve de çağımıza uygun bir dille yeniden şekillendiremedikleri için yaşadığımız çağa hitap etmeyen bir miras bıraktılar bize.
Kabul etmek gerekiyor ki bu mirasla çağdaş dünyanın gerçeklerini dikkate alan bir yönetim modeli oluşturmanın imkan ve ihtimali bulunmamaktadır.
Bugün geldiğimiz noktada Müslüman toplumların iktidar geleneğine yakından baktığımızda, bugüne taşıyacağımız sağlıklı bir örnek bulabilir miyiz?
Muaviye döneminde yaşanan şu örneğin zihin dünyamızın aydınlanması açısından ışık tutacağı kanaatindeyim: “Hasan Basri her zaman yaptığı gibi Basra Mescidi’nde bir ders sunumundayken Ma’bed b. Halid el-Cüheni ve Ata b. Yaser mescide girer ve şöyle sorarlar: Ey Ebu Said! Bu hükümdarlar Müslümanların kanını döküyor, mallarını gasp ediyor ve daha nice şeyler yapıyorlar. Ve bunu yaparken de ‘yaptıklarımız Allah’ın kaderi üzere gerçekleşmektedir’ diyorlar.” (Muhammed Abid el-Cabiri, Arap Ahlaki Aklı, s.100)
Ne yazık ki Müslüman toplumların tarihinde buna benzer sayısız örnekler bulunmaktadır. Mesela Maverdi diyor ki: “Allah bitkileri cansız varlıklara, hayvanları bitkilere, insanları hayvanlara üstün kıldı, sonra Allah (cc) tıpkı insanı diğer varlıklara üstün kıldığı gibi birçok yönden kralları da insan katmanlarına üstün kılmıştır.” (age, s.295)
İşte Müslüman toplumlar olarak devraldığımız yönetim anlayışı ve geleneksel kültürel mirasımız genel hatlarıyla böyle bir görünüm arz etmektedir.
Dolayısıyla bilmek gerekiyor ki eleştirel bir bakış açısı geliştirmeden, Müslüman dünyanın geçmişteki yönetim anlayışlarını esaslı bir şekilde sorgulamadan, daha da vahim olanı bu örnekleri bir din gibi algılayarak bugüne taşımak modern zamanlardaki Müslümanların hiçbir derdine çare olmayacaktır.