Geçtiğimiz milenyumun yani 1000 yıllık dönemin son 20 yılında en fazla tartışılan konu Yeni Dünya Düzeni olmuştu. İçinde bulunduğumuz yeni milenyumun ilk 20 yılını geride bıraktık. Yani yeni dediğimiz bin yılın yüzde 2’lik kısmını bitirdik bile. Bu süreçte de küresel çaplı yeni düzen arayışı sürdü. Son 40 yıllık arayış boyunca özellikle Birleşmiş Milletler bütün ülkelerin mutabakatı ile önce “milenyum hedefleri” ve devamında da “sürdürülebilir kalkınma hedefleri” belirledi. Çevre koruma, açlık, adil gelir/refah dağılımı gibi konulardan oluşan bu hedeflere ulaşma konusunda devletler gayet gevşek ve maddiyatçı bir yaklaşım sergilendi. Bol konuşmanın olduğu fakat özellikle gelişmiş ülkelerinin ellerini ceplerine atmadıkları uluslararası konferanslar yapıldı. Sonra var olmak için insanlara hiç ihtiyaç duymayan doğa, kendini hatırlattı. Yeryüzünde insanlardan önce var olan virüsler, insanlık tarihi boyunca bizimle verdiği yaşam mücadelesinde sadece bir adım öne geçti. Aniden ölümcül bir salgın hastalık ile karşılaştık.

Başlangıçta bu hastalıkla mücadelenin yollarını ararken, zamanla hastalık sonrasında bizi nasıl bir Dünyanın beklediğini tartışmaya başladık. Hastalığın bir süre sonra biteceğini ve insanların virüslere karşı verdikleri savaşı yine atlatacaklarından eminiz. Bu nedenle daha felaket bitmeden yeni dünya düzeni yeniden ama bu sefer daha ciddi bir şekilde gündeme geldi. Öyle ki; bu düzenin kısa süre içinde radikal değişimlere neden olacağı, artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı ve insanların sergileyecekleri tutumun medeniyetin geleceğini belirleyeceği konusunda herkesin hem fikir olduğunu söyleyebiliriz.

Tabii olarak; bu değişim ile ilgili iddialarda bulunanlar ancak kendi sektörleri için konuşabilirler. Biz de salgın sonrası tarım sektöründe neler olacağını, birlikte düşünelim.

Salgının ilk günlerinde toplumda önce sağlık sektörü konuşulmaya başladı. Hemen sonrasında işsizlik, finansman, tüketim, lojistik, güvenlik gibi konular tartışılmaya başladı. İlk etapta hiç kimse hızla evlerine depoladıkları gıdanın nasıl tekrar üretileceği konusunu düşünmedi. Mevcut stoklar şimdilik herkese yetecek durumda görüldüğü için ciddi bir panik yaşanmadı. Bu nedenle en son konuşulan, akla en son gelen sektör tarım sektörü oldu. Her ne kadar, birkaç meslek kuruluşu konunun ciddiyetini “virüs insanı, açlık ise insanlığı öldürür” şeklinde çarpıcı başlıklarla basına taşıdılarsa da pek sonuç alamadılar. Maalesef bu haklı uyarılarda bulunanların, çiftçiye ve tarım işçilerine yönelik alınması önerdikleri önlemler sadece “destekleme paketleri” sınırlı kaldı. Sorumluluk tek başına devletin üstüne atıldı. Acil çözüm bekleyen birçok konu ile ilgilenmek zorunda olan idari kesimler, vatandaşa verilmesi gereken mali destek için bile yine vatandaşa müracaat etmek zorunda kaldığı bir dönemde, olağan olarak tarıma yönelik destekleme paketlerine dayalı eylemlerde bulunamıyorlar. Alınabilen kararlar ise, pansuman tedbirler olmakla suçlanıyor.

Peki tek suçlu idare mi?, Acaba, sorunun gerçek sahibi çiftçiyi ve tarı sektörünü temsil eden sivil toplum örgütlerinin bu süreçte hiç payı yok mu? Bu sorunun cevabını elbette herkesin kendi aklı ve vicdanı verecek. Cevap ne olursa olsun kesin olan bir şey var. Bugüne kadar sorunların çözümünü devletten bekleyen, ancak devlet destek verirse bir şey yapılabileceğine inanan zihniyetin, sorumluluğu yine devlete atması bize fayda sağlamayacak.

Bugün acilen tedbir alınması gereken sorunlar bulunmaktadır. Öncelikle yakın bir gelecekte toplumun gereksinim duyacağı gıdayı üretebilmek için halen sürdürülmekte olan tarımsal faaliyetlerin kesintisiz devam ettirilmesi ile ilgili bir dizi tedbir alınmalıdır:

1- Bunlardan ilki hiç şüphesiz çiftçilerin ve tarım işçilerinin sağlığının emniyet altına alınmasıdır. Bunun yolunun evde karantina olmayacağı aşikardır. O zaman koruyucu tıbbi hizmetlerin kırsal alanda yaygın ve sürekli olarak verilmesi sağlanmalıdır. Sağlık ocaklarında koruyucu hekimlik yapılmalı, üreticilere ve tarım işçilerine koruyucu tıbbı teçhizat dağıtılmalıdır. Hastanelerde bile bu yapılamazken kim dikkate alır çiftçiyi diye düşünebilirsiniz.

2- Üretici ve tarım işçilerinin üretim alanlarına hijyen ortamında ulaşmaları sağlanmalıdır. Büyük şehirlerde sağlık çalışanları, emniyet mensupları ve diğer meslek mensupları dolmuş bile bulamazken çiftçi kimim umurumda diye düşünebilirsiniz.

3- Üretim ile ilgili bütün girdilerin temininde hem hijyen şartlarının sağlanması, hem de maddi sıkıntıların azaltılması ile ilgili tedbirler alınmalıdır. Hastanelerde, eczanelerde ve lojistik firmalarında bu tedbirler alınamazken çiftçiyi kim dikkate alır diye düşünebilirsiniz.

4- Değer zincirindeki kopmalar nedeniyle, üretilen mevcut tarımsal ürünlerin, tüketiciye ulaştırılmasında yaşanan sorunlar, öncelikle üreticinin kazancını sıfırlamakta ve sonraki üretime geçmesini engellemektedir. Toplumun büyük bir çoğunluğunun geliri düşerken çiftçinin gelirini kim, niye önemsemeli diye düşünebilirsiniz.

Bugün siz bunları kendinize göre haklı gerekçeler ile düşünürken; kısa bir süre sonra gıda temini ile ilgili yaşanacak sorun, şu anda önemli olduğu sanılan bütün sorunların önüne geçecektir. O zaman bu tedbirler mutlaka alınacak demektir. Burada esas sorun; eğer yönetimler bunu tek başların başaramıyorlarsa, bu iş nasıl gerçekleştirilecektir.
İnternette basit bir araştırma ise; hükümetlerin korona salgınıyla mücadelede yetersiz kaldığı yerlerde kooperatiflerin nasıl etkili olduğunun örneklerini görebilirsiniz. Sağlık, eczacılık, bankacılık, finans, iş bulma, tedarik gibi konularda faaliyet gösteren kooperatifler halka maddi ve manevi desteklerde bulunuyorlar. Yardım kampanyaları oluşturuyor, yardımları ihtiyaç sahiplerine ulaştırıyor ve ortaklarının ekonomik faaliyetlerinin sürdürülmesini sağlıyorlar.

Yani esas sorunun cevabı; üretici örgütleri özellikle kooperatiflerdir. Maddi ve manevi her sorunda ortaklarını korur ve destek olurlar, gerektiğinde ulusal ya da uluslararası destek mekanizmalarını kullanabilirler, büyük sorunlar karşısında devlet ile muhatap olup alınacak hizmetlerin organizasyonunda işbirliği yaparlar, ortağının ürününe değer zincirinde tüketiciye ulaşana kadar sahip çıkarlar. Güçlü kooperatifler, ortaklarının ürünlerini en avantajlı şekilde tüketiciye kadar ulaştırabilmektedirler. Kendi tedarik imkanları ile ihtiyaç duyulan girdiyi sürekli en uygun şartlarda sağlayabilmektedirler. Sağlık ve korunma hizmetleri ile ilgili tedbirlerin kırsal alanda yaygınlaştırılmasında bile hem düzenleyici, hem de maddi olarak yüklenici rolünü üstlenebilirler. Kooperatifler çiftçinin üretimden gelen gücünü, işbirliği ile katlayarak arttıran lokomotif misali dev kuruluşlardır.

Durum çok ciddi olmasına rağmen; tarım sektörü olarak bu sefer şanslıyız.

Çünkü bu salgın hastalık yetiştirdiğimiz ürünlere zarar vermiyor ve onlar üzerinden insanlara bulaşmıyor. Daha önce benzer durumlar ile karşılaşıldığında zor durumlara düşülmüştü. Hastalık olup olmadığına bakılmaksızın bütün hayvanlar itlaf edilmişti. En başta çiftçiler olmak üzere sektördeki bütün paydaşlar hem maddi, hem manevi kayba uğramıştı. Özellikle dar gelirli tüketici gıdaya ulaşmakta zorluk yaşamıştı. Peki, bu salgında yine böyle olsaydı; maddi ve manevi bakımdan hazır mıydık? Çiftçiye kim yardım edecekti?
Bu durumda da cevap yine kooperatifler, üretici örgütleridir. Kooperatifler tarafından uygulanabilecek yedek akçe sistemleri, acil durum eylem planları, sigorta şirketleri ile toplu pazarlık yöntemleri, sahip oldukları sağlık teknik personeli ve ekipmanları ile alabilecekleri birçok tedbir bulunmaktadır.

Burada mühim olan her musibette bir hayır vardır diyerek geçmişten ders alabilmektir. Gelecekte Allah’a tevekkül etmeden önce Allah’ın bize verdiği aklı kullanarak tedbir almak gerekmektedir. Ama çiftçinin tek başına büyük felaketlere karşı tedbir alabilmesi neredeyse imkansız denecek kadar zordur. Kooperatifler iyi günde emeğinizin karşılığını almanızı sağlamanın yanı sıra kötü günde çiftçinin yanındadır. Gelecek sefere daha kötü şartlarla karşılaşırsak, babayiğit bir güce sahip olmalıyız.

Bu felaket, bugüne kadar yaşanan krizlerde halkımızı aç bırakmayan, her koşulda daima üretmeye devam eden çiftçimizin önemi bir kere daha ortaya çıkartmıştır. Hastalık toplumun bir kısmını alır götür ama açlık geri dönüşü olmayan çok daha ağır tahribatlar yapabilir. Yeni Dünya Düzeni oluşurken, ülkemizin tam bağımsızlığını koruyabilmesi bakımından silahtan daha büyük etkiye sahip tarım sektörünün önemi halkımıza açıkça izah edilerek toplumun desteği sağlanmalı ve bir sonraki kriz için şimdiden kooperatiflerimizle tedbir almaya başlamalıyız.

Dr. Erhan Ekmen 
Ziraat Yüksek Mühendisi