Bu yıl gerçekten çok farklı başladı. Her gün yeni bir gündem, her gün yeni bir  olayla karşılaşıyoruz. İnanın, yarın ne olacak acaba? Demeye çalışmak gereksiz. Mutlaka değişik bir durum, değişik bir bilgiyle uyanıyoruz her sabah. Konu üstüne konular, hiç bitmiyor ! Bu coğrafya her şeyin çok çabuk değiştiği, hızla başkalaştığı bir yer. Türk insanının bunlar karşısında gösterdiği tepki de inanılmaz hani. Adaptasyon, sabır, sebat gerçekten takdire değer, gerçekten şahane. Düşünün bir kere dün cebinizde 100 TL para var, sabah uyanıyorsunuz; Dolar, Euro, altın fiyatları uçmuş. Bir gecede paranızın alım gücü yüzde yirmi, yüzde otuz azalmış. Başka bir ülkede olsa, neler olur neler. Sokağa çıkmaz, hayata küser insanlar. Ama, bizler dirençliyiz. Belki kahroluyorsunuz, bin bir beddua ediyorsunuz içinizden. Bir anda bu hale nasıl geldik diyorsunuz?. Sonra rahmetli Erbakan’ın sözleri aklınıza takılıyor “SİZİ GİDİ RANTİYECİLER SİZİ !” diyorsunuz siz de. Rahmetli, bu replikle  çatardı onlara ve haykırırdı içindekileri dış güçlere, vatanı satan pervasızlara. Ama sonuçta hızla birileri zengin, birileri de fakir olurdu. Yine, döndük dolandık aynı yere mi geldik, aynı mı olduk diyoruz sanki ?

            Şimdi neden böyle bir giriş yaptım, bilmem. Ama içimden geçenler, eminim çiftçinin, memurun, işçinin, kısaca halkın da içinden geçenleri yansıtıyor sanırım. Zor günlerden geçiyoruz vesselam. Bu durumda devleti yönetmek de hakikaten zor. Yöneticilerimize Allah kolaylık versin. Bizleri bu sıkıntıdan, bu darlıktan bir an evvel çıkarsınlar diye hep birlikte dua edelim. Yalnız, bunu söylerken onlardan hep  bir çare ummak, hep tek taraflı beklenti içine girmek de doğru değil. Bizlere de çok iş düşüyor. Ülke, toprak, gelecek ve umutlarımız söz konusu çünkü. Herkes biliyor ki, bu kıtada, bu bölgede yaşam oldukça zor. Ve bizlerin ayakta kalması gerekiyor. Aksini düşünmek bile istemiyorum. 15 Temmuzda yaşadığımız üzücü hadise karşısında sergilediğimiz birlik ve beraberliğe ihtiyacımız var yani. Bunun için el ele vermeli, tek yürek olmalıyız ki, bu çalkantılar bir an evvel sona ersin. Ama az önce dediğim gibi “Bizim yapmamız gerekenler var, mutlaka memlekete katkımız olmalı”. Ülkedeki bütün bireylerin karınca misali beraberlik bilinci içinde hareket etmesi çok önemli. “Ben ne yapabilirim ki, bir kişiden ne ola ki” asla dememeli.
 
            Öncelikle;  kendi kendimize aynada bir bakıp, bir silkinip, şu tembellik hastalığından bir kurtulmalıyız. Beleşçiliği bırakmalıyız yani. Hemen valiliklere, kaymakamlıklara gidip dilekçe vererek kolay yoldan para- pul istemek yerine, oturduğumuz yerde “DEVLET VERSİN” demek yerine, gücü yeten herkesin bir iş bulup çalışması gerekiyor artık. Fabrikatörler, işverenler eleman bulamıyorum, çalışacak kimse yok sözünü söylememeli veya söyletmemeliyiz. Eğer şehirde yaşıyorsak, Sosyal Yardımlaşma kurum ve kuruluşlarının peşini bırakmalıyız. Asgari ücretli dahi olsa fabrikalarda ve iş yerlerinde çalışmak için koşmalıyız. Bir anlamda üretici olmalıyız. Ne kadara mal olursa olsun, ne pahasına gelirse gelsin, kendi ürünümüzü kendimiz elde etmeliyiz ki, global güçlerle cenk edelim, mücadele edelim ve kazanalım. Bir düşünün bu rahat ve hayta yaşamın devlete bedelini. Milyarlarca lira değerinde değil mi? Bırakın gerçek fakirler, gerçek ihtitaç sahipleri alsın onları. Biz üretken olalım ki devletimiz, milletimiz kazansın. Köyde, kasabada yaşayan insanlara sesleniyorum. Sizler de boş durmayın. Elinizden geldiği kadar üretip satmaya bakın. Yerli ve milli ürünler piyasada ne kadar çok olursa, ithalat o oranda düşecektir, azalacaktır. Fiyatlar ister istemez aşağı yönelecektir. Bu gün et, süt, yumurta gibi, patates, soğan gibi temel ihtiyaç ürünlerini pahalı yiyorsak, bunun altında yatan gerçek, yerli üretimin talebi karşılayamayacak düzeyde olmasıdır. Yetersizdir yani. Böyle olunca ithalat kaçınılmaz oluyor, dış ülkelerdeki maliyetler bizdekine göre daha uygun olduğundan, birilerinin iştahı kabarıyor, tonlarca mal ülkeye giriyor, içerideki fiyatlar yerlerde geziyor. Sonuçta ne oluyor, yerli üreticinin malı para etmiyor ya da ziyan oluyor. Arkasından çiftçi, üretici tarıma küsüyor. Üretimi bırakıyor. Malını mülkünü üç kuruşa satıp, şehrin yolunu tutuyor. Bunun üzerine, devlet yetkilileri küskünleri barıştırmak için, proje üstüne projeler yapıyor. Teşvik üstüne teşvik veriyor. Yeniden ahırlar , ağıllar ve binalar yapılıyor. Bir umut, bir heyecan başlıyor. Satış ağı tam oturmamış, yeterli ve doğru planlama yapılmamış bir üretim yeniden şahlanıyor. Ama, kar bir türlü istenen düzeye getirilemiyor. Daha sonra işletmeler elden ele dolaşıyor.  O da  olmuyor, maalesef kapanıyor.  Biz sanıyoruz ki, devlet teşvikleriyle işletme kurarsak, alacağımız destekler bizi ihya edecek. Bize köşe döndürecek. Yok öyle bir  şey. Asla bundan medet ummayın. Hayvancılığı gerçekten profesyonelce yapan işletmelere bir bakarsanız ne kadar dikkatli, ne kadar hassas olduklarını göreceksiniz. Bir yatırım yapmadan önce adam akıllı hesaplar, projeksiyonlar ve teknik verilere bakarak yola çıkıyorlar. En başta yemi, suyu, elektriği,  yetişmiş elemanı nereden bulacağını sorguluyorlar. Her şeyi iğneden ipliğe hesaplayıp, işe öyle giriyor ve başarılı oluyorlar. Yani; "bahçem var, tarlam var hatta bir de ahırım var, hemen yatırım yapayım" demiyorlar. Öyleyse herkes profesyonel hayvancılık yapamaz, yapmamalı anlamı çıkıyor buradan. Sermayesi, gücü, kısaca imkanı olan yapmalı ki, kazanabilsin. Köylerimizde sürdürülen daha küçük çaplı tarım ve hayvancılık işletmelerine gelince; asla boş vermemeli, devamlı desteklenmelidir. Destekler, para vermek dışında teknik imkanları arttırmaya yönelik olmalı. Gerek devlet, gerek özel sektörde çalışan mühendis ve veteriner hekimlerin teknik bilgi ve uygulama kapasiteleri artırılmalı. Köylüye hizmet çok çabuk götürülmelidir. Sahada profesyonel, konusunda uzman veteriner hekimlerle, ziraat, su ürünleri ve gıda mühendisleri olmalı. Bu personeli çok iyi yetiştirip Operasyon Timleri kurmalıyız. Bir salgın, bir felaket ya da savaş halinde olaya hızla müdahale edecek, acil planları yönetecek profesyonel kişilere ihtiyaç var. Biz , kuş gribi, domuz gribi, şap, şarbon gibi pek çok salgın hastalık geçirmiş ülkeyiz. Bu tür tecrübeler bize uzman ekiplerin ne kadar gerekli olduğunu, mutlaka oluşturulması gerektiğini göstermiştir. Doktoralı veya yüksek lisanslı meslektaşların öne çıkarılmasının zamanı geldi de geçiyor bile. Artık Enstitülerde sadece laboratuvarda gönderilen numuneyi değerlendirecek uzman hekim ve mühendisler olmamalı. Onları destekleyecek, problemi yerinde çözecek arazide ziraatın her alanında olduğu gibi, veteriner sahada da klinik bilimlerde doktora yapmış dahiliyeci, doğumcu ve de cerrahlar olmalı ki, hastalık çıkan bölge veya yer çabucak karantinaya alınsın ve kontrol sağlansın. Bu manada hizmet vermek için ambulans uçak ve helikopterler bile olmalı. Üniversitelerin veteriner klinik ve hastaneleriyle sıkı bağlar kurulmalı. Bahsettiğim uzmanları yavaşlatacak, onların hızını kesecek prosedür ve bürokratik işlemler ortadan kaldırılmalı ki, en ufak problem ivedilikle çözülsün, bitirilsin. Yoksa hiç bir işimiz rast gitmez, hastalıklarla edilen mücadelede başarılı olamayız. Kısır döngü içinde döner dururuz.  Söylediğim şeylerin yabana atılmamasını yetkililerin bu hususa eğilmesini önemle rica ediyorum. Teknik kadroların yeni bir anlayış, yeni bir ruhla çalıştırılması şart. Tıpta olduğu gibi uzmanlar bizzat ihtiyaç olan yerlerde çalıştırılmalı. Yabancı belgesellerde evlere veya yerleşim alanlarına giren vahşi hayvanların, ayıların,  yılanların bertaraf edilmesi için profesyonel Veteriner Timler görev alıyor. Bizde neden hala, belediye işçilerinin, zabıtaların veya alakasız kimselerin gayretiyle yapılmaya çalışılıyor anlamıyorum. Artık bunları terk etmeliyiz. Bizler daha iyisini daha güzelini hak ediyoruz. Bunu havacılık sektöründe, savunma sanayisinde uyguladık ve başardık. Neden tarım ve hayvancılıkta da yapmayalım ki. İyi bir modernizasyon, sağlayamazsak kimseyi razı edip köyüne döndüremeyiz. Hayvancılığı istenen ölçüde, istenen kalitede yapamaz, yaptıramayız. Şehirlerde işsizlik, vasıfsız eleman sayısı gittikçe artar. Artık emeklinin ya da yaşlı nüfusun yapacağı iş değil tarım. Kırsalda genç insanlara ihtiyaç var. Kimse dolgun ücretle bile  çobanlık etmez oldu köylerde. Teşvik için Tarım ve Orman Bakanlığı destek oluyor ama, köylere gençler dönmüyor, gitmek istemiyor. Dolayısıyla genç nüfusu olan bir ülkeyiz bunu avantaja çevirmeli ve çok etkin kullanmalıyız. Devletimizin her sektörüne iyi yetişmiş, donanımlı gençleri koymalı, geleceğimizi kurtarmalıyız. Artık kendi yağımızla kavrulmalıyız. Son olarak; stokçuluğa ve stokçulara karşı durmalıyız. İhtiyacımız olmayan gereksiz ürün ve mallardan vebadan kaçar gibi kaçmalıyız. Her türlü alışverişi kendi paramızla yapmalı, yerli ürünleri almaya, kullanmaya gayret etmeliyiz. Ayrıca sosyal medyada çıkan haberlerin doğruluğunu teyit etmeden boş sözlere, yalan haberlere kanmamalı, onları paylaşarak başka insanları tedirgin etmemeliyiz. Bu vatanı kurtaran atalarımız ve büyüklerimiz gibi milli ve manevi değerlere sahip çıkmalıyız.
 
Dr. Öğr. Üyesi Hakan KEÇECİ
Bingöl Üniversitesi Veteriner Fakültesi
İç Hastalıkları Anabilim Dalı Başkanı