Mehmet Çatakçı
Son günlerde siyasi gündemin en sıcak tartışma konusu, 14-28 Mayıs seçimlerinin mağlubu olan muhalefetin yerel seçimlerde nasıl bir strateji izleyeceği, bir başka deyişle en azından İstanbul ve Ankara’da işbirliğine gidip gitmeyeceği…
Aslında bir yönüyle bakıldığında muhalefetle ilgili bir ‘strateji’den bahsetmek çok da anlamlı değil. Zira strateji üretme kabiliyeti olan bir muhalefet bloğu yok ortada. Haliyle olmayan bir şeyin stratejisi de olmaz…
Maalesef seçim sonrasında başta CHP olmak üzere genel olarak muhalefetin travmatik hali, muhalif seçmeni derin bir umutsuzluğa sürükledi. Evet seçim bozgunu yeterince ağırdı, doğal olarak seçmenin umutsuzluğa kapılması da normaldi.
Ama esas muhalif seçmeni derinden yaralayan, ittifak partilerinin seçim sonrasında ortaya koyduğu içler acısı görüntüdür. Geçmişe dönüp seçim öncesi Millet İttifakı’nın 14 Mayıs seçimine ilişkin hiçbir ‘seçim kazanma’ stratejisi hazırlamadan, bir yıl boyunca her ay toplanıp güzel metinler hazırlamasını bugün tartışmanın bir anlamı yok.
Dolayısıyla bu sayfayı kapattık, ancak seçim sonrası sanki 28 Mayıs’ta hiçbir şey olmamış ve adeta bir başarı kazanılmış gibi mağlupların galip edasıyla ortalarda dolaşmasını kabul etmek ne yazı ki mümkün değil.
Seçimlerden sonra CHP’de yaşananlar, yani CHP yöneticilerinin koltuklarına sıkıca sarılmaları, muhalif seçmenin, özellikle de CHP seçmeninin motivasyonunu yerle bir etmiş bulunuyor. Daha da vahim olanı, ortaklardan habersiz Ümit Özdağ’la gizlice yapılan mutabakatın aslında ittifakın pamuk ipliğine bile bağlı olmayan haller içinde olduğunu gözler önüne sermiş olmasıdır.
Hal böyleyken, CHP yöneticilerinin seçimlerin neden kaybedildiğine ilişkin esaslı bir muhasebe yapmak yerine, sorumluluğu bir bakıma seçmende ve de ortaklarında arama gayreti ne yazık ki muhalefet ruhunu büyük ölçüde zedelemiş bulunuyor.
Şimdi yerel seçimler yaklaşıyor ama muhalefetin hiçbir aktörünün, özellikle büyükşehirlerde nasıl birliktelik oluşturulabileceğine dair herhangi bir fikri ya da fiili hazırlığı yok. Bu gidişle olacak gibi de görünmüyor…
Ancak şimdi esas tehlike, seçimlerde umduğu oyu alamayan İYİ Parti’nin, yerel seçimlerde tek başına hareket etme kararlılığına işaret eden söylemleridir. Elbette her parti gibi İYİ Parti de kendi politikalarını belirleme hakkına sahiptir, buna kimsenin bir itirazı olamaz. İYİ Parti’nin bu yeni tavrı, yerel seçimlerde pazarlık gücünü arttırmaya dönük bir hamle olduğu şeklinde de değerlendiriliyor ki bu da son derece doğal.
Muhtemelen İYİ Parti, seçimlerdeki başarısızlığın esas sorumlusu olarak Kılıçdaroğlu ve CHP olduğu şeklindeki kanaatten hareketle, yerel seçimlerde daha fazla pay almayı hesaplıyor olabilir. Kuşkusuz bundan dolayı İYİ Parti’yi suçlamak mümkün değil. Zira 2019 seçimlerinde oy oranlarıyla orantılı bir kazanım elde edemediler. Dolayısıyla şimdi daha sıkı bir pazarlık yapmaları son derece doğal…
İYİ Parti’nin bu tavrı kendi açısından doğru olmakla birlikte, bu ‘ayrışa ayrışa kazanma’ politikalarının yerel seçimlerde muhalefetin toptan kaybederek özellikle büyükşehirleri iktidara altın tepside ikram etmek gibi bir tehlikeyi de beraberinde getirebilir. Akşener’in bu konudaki ifadeleri son derece açık: “Birleşe birleşe kazanamadık ama iktidara alternatif olabilmek için ayrışa ayrışa kazanma ihtimalimiz var.”
Evet bu da bir politika, ama unutmamak gerekiyor ki bu politika genel seçimlerde yaşanan mağlubiyetle zaten motivasyonunu kaybeden seçmeni toptan yerle bir edebilir.
Herkesin bir gerçeği unutmamasında yarar var, mevcut sistemde, hiçbir partinin ittifak yapmadan özellikle büyükşehirleri alma imkan ve ihtimali yok. Kaldı ki 2019 seçimlerinde başarıyı getiren de bu ittifak modelidir, dolayısıyla bu şartlarda fantezi yapmanın bedeli ağır olabilir.
Eğer muhalefet bu dağınık haliyle seçimlere giderse, muhalif seçmen “Sizin bir şey yapacağınız yok, bu halinizle iktidara çalışıyorsunuz” diyerek ya inadına gidip iktidara oy verebilir ya da tümden sandığa küsebilir…
Herhalde bir siyasi parti için asla düşünülmemesi gereken şey, seçmeni küstürmektir. Dolayısıyla başta İYİ parti olmak üzere bütün muhalefet partilerinin, kesinlikle ferasetli kararlar almak gibi mecburiyetleri var. Aksi taktirde seçimde öylesine güçlü bir sandık rüzgarı eser ki kimse o fırtınadan sağ kurtulamaz…