Eve vardığınızda haberlerde Tarım ve Orman Bakanlığı’nın insan sağlığını tehlikeye düşüren gıdaları ifşa ettiği haberlerini izliyorsunuz. Sonra listeye bir göz atıyorsunuz ki sofranıza koyacağınız, beslenmek için almanız gereken hiçbir şeyi almadığınız gibi sağlığınız açısından uzak durmanız gereken ne varsa birçoğunu binbir zorlukla kazandığınız paranızla evinize taşıdığınızı görüyorsunuz. Aldığınız beyaz peynirde tohum yağları, zeytin yağında prina, baharatta çeşit çeşit boya, köfte, sucuk ve kıymada at, eşek ve domuz gibi tek tırnaklı hayvan eti ile sakatat veya tavuk taşlığı olduğunu okuyorsunuz haberlerde. Bal ve baharat konusu başlıbaşına bir feccat. Gıda diye sattıkları ürünlere her türlü hileyi karıştıran bazı üreticiler, bal konusunda sahte arı icadı aşamasına girmişler.
Yani sofranıza aldığınız, çoluk çocuğunuza yedireceğiniz gıda diye aldığınız ürünlerde ne ararsanız var; bir tek ahlak ve insaf yok.
Öte yandan almak istediğiniz bir ürünün etiketine bakıyorsunuz, insanda bir muammayı çözmek zorundaymış hissi oluşturan karınca yazılarla karşılaşıyorsunuz. Beslenme yanılgısı burada başlıyor.
Bir insan olarak neler hissederiniz?
Şahsen duygularımı sadece “Öfke” kelimesiyle tarif edebiliyorum.
Tarım ve beslenme zincirini denetlemenin oldukça zor olduğunu kabul ediyoruz ama bu kepazeliğin de nasıl yapılacaksa, mutlaka durdurulması gerekiyor.
Dünyada en geniş kapsamlı ve tedarik zinciri en uzun sektörlerden birisinin tarım ve gıda sektörü olduğu biliniyor. Tarlalarda ürünlerin yetiştirilmesi, hasat edilmesi, işlenmesi, yenilebilecek ürünlere dönüştürülmesi, dağıtılması ve sofralarımıza kadar ulaştırılması oldukça uzun bir proses.
Gıda güvenliği devletler açısından anayasal bir görevdir. Devletler, vatandaşının can güvenliğini sadece dış düşmana karşı korumaz. Vatandaşının can güvenliğini ve sağlığını gıda güvenliği sağlayarak da korumak zorunda. Anayasamızın 17. Maddesinde ifade edilen “herkesin, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma geliştirme hakkına sahip” ifadesi bireyin sağlıklı bir hayat sürebilmesi için yeterli ve kaliteli gıdaya sürdürülebilir şekilde ulaşmasını da ifade eder.
Gıda sahtekarlarını ifşa ederek işini yapan Tarım Bakanlığı, vatandaştan olumlu tepki alıyor, takdir topluyor. Ancak bu yeterli midir? Bunun yanında diğer denetleyici kurum ve kuruluşların da harekete geçerek önleyici ve caydırıcı tedbiri alması gerekmiyor mu?
Gıda maddelerinin üretildiği, depolandığı ve saklandığı yerlerin niteliklerini belirleyen kanun, tüzük ve yönetmeliklerden oluşan gıda mevzuatı tüketiciyi korumakta yetersiz gibi gözüküyor. Bu yetersizliklerin giderilerek gıdalarda olabilecek fiziksel, kimyasal, biyolojik ve her türlü zararı bertaraf edecek önlemlerin alınması kaçınılmaz gözüküyor. Soframıza gelen yiyeceklerin sağlıklı, güvenli, hijyenik, kaliteli ve besleyici olması için tüm sürecin denetlenmesi gerekiyor.
İfşa etmek, olumlu bir davranış olmakla birlikte aynı zamanda şikayet manası da taşır. Tarım Bakanlığı’nın yaptığı şey sahtekar üretici va satıcıları tüketiciye şikayet etmektir. Bununla birlikte yapılması gereken şey şikayetin ötesine geçerek, kontrol, tedbir ve gerekirse cezalandırmak suretiyle soruna mani olmak icap ediyor.
Devlet, yurttaşının mikro besinler, protein, yağ ve karbonhidrat bakımından yeterli gıdalarla beslenmesini sağlamak zorundadır. Bunun için gıda yasasınnın değiştirilmesi, bir gıda güvenliği kurumunun oluşturulması, denetleyici kurumlar arasındaki koordinasyonun etkinleştirilmesi ve gıda suçlarının ceza yasasında net bir şekilde tanımlanması düşünülmelidir.
Gıda güvenliği konusunda değişim ve dönüşüm zamanı geldi de geçiyor bile. Tüketicide farkındalık ve itiraz sesleri yükseliyor artık.
Ezcümle, soframıza zehir katanları, gıda güvenliğinin anayasal bir hak olduğu bilinciyle düşünce ve bilgi ile inşa edilmiş tavır ve davranış değişikliği ile durdurabiliriz.